İlim kavramı Kur'an-ı Kerim'de oldukça yoğun bir kullanıma sahip. 728 ayetde toplam 854 defa geçiyor bu kökten kelimeler, fiil, isim ya da sıfat olarak. 30 cüzden oluşan Kur'an'ın ilk 29 cüzünde yer alan bütün surelerde kullanılıyor ilim kavramı. Dolayısıyla burada sadece Kur'an'ı anlama metodu çerçevesinde kavramı ele alacağız.
Türkçemizde de kullanılan alim, muallim, malum, alem gibi kelimeler hep aynı kökten türemiştir. Kelimenin kökünde bir şeydeki iz, işaret, onu diğerlerinden ayıran bir nokta anlamı bulunmaktadır. İlim de etkisi olan, katkı sağlayan, pratik değeri olan, insanı ilerleten, gelişim sağlayan ve bir bilgiye ulaşmanın yolunu, yöntemini, metodunu gösteren malumatdır (Bkz. TDK). Kur'an'da da bu şekilde yoğun bir kullanıma sahip.
Kur'an'da metodsuz şekilde konuşmanın, temellendirilmeyen herhangi bir düşüncenin peşinden gitmenin sakıncalı olduğuna dair pek çok ayet var. İlim kelimesinin zıt anlamlarından olan "Zan" kelimesinden örnek verilebilir. Temellendirilemeyen ve bu böyledir diye kesin olarak ifade edilemeyecekler için kullanılan kelime bir çok yerde Kur'an'da geçmektedir:
"Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'ân'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler (ya'lemûne). Sakın şüpheye düşenlerden olma!
Rabbinin sözü, doğruluk ve adâlet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir; bilendir.
Yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye uymazlar ve onlar sadece yalan söylerler." (Enam 114-116 Ayrıca Bkz. Yunus 36)
İnsanların çoğunda, bir şeyin doğruluk derecesini, sayısal çoğunlukla açıklama refleksi vardır. Bu bir kriter olsa, Allah'ın gönderdiği Nebilerin hiç bir haklılık payı olmazdı. Her zaman ötekileştirilmişler ve dışlanmışlardır.
Yine İlim kelimesinin zıttı olarak cehaletin (Nisa 17), heva (Rad 37) kelimelerini görüyoruz. Bilhassa Rad suresinde ilimden sonra heva kelimesinin kullanılması manidardır. Ayetde geçen hüküm kelimesiyle de, Kur'an'dan bir metoda göre hüküm çıkarabileceğimize dair bir işaret vermekte, bize gelen ilimden sonra hevamıza, zanna göre bir hüküm elde edemeyeceğizi anlıyoruz (Bkz. Kur'an'da Hikmet Kavramı). Bir başka örnek olarak da Müminun suresinin 71. ayeti verilebilir. Burda da yine eğer hakikat onların hevalarına göre belirlenseydi yerlerin bozguna uğrayacağı belirtiliyor ve zikir kavramına atıf da bulunuluyor (Bkz. Kur'an'da Zikir Kavramı).
Heva, cehalet gibi ilimle zıt kavramlar dışında, ilimle ilişkilendirilebilecek kelimeler de örnek olarak verilebilir. Örneğin türkçemizde de kullanılan arif, mearif, marifet kelimelerinin kullanımına bakılabilir. Bakara suresinin 89. ayetinde bildikleri, tanıdıkları (mâ arafû) kelimesi kullanılmaktadır.
Maide suresinin 20. ayetinde bu defa ilim kavramının zikirle irtibatını görüyoruz. Musa A.S. kavmine yönelik olarak "zikredin" derken, hatırlanması gereken bir bilgiden bahsediyor ve bir zikrin oluşması için önce bir ilmin bulunması gerekiyor.
Hüküm ile ilim irtibatına örnek olarak ise Nisa suresinin 113. ayeti verilebilir. "Allah sana Kitap ve Hikmeti (Kitabın içerisindeki doğru hükümleri) indirdi" ve böylelikle ilim (ta'lemu) oluştu, bir birikim başladı deniyor.
Cuma suresinin 2. ayetinde Resulun ayetleri tilavet ettiğini görüyoruz. Buradaki tilavet takip edilebilecek, anlamı, irtibatı kurabilecek bir okumadır. Bu tilavet sonucunda müminler gelişmiş (ve yuzekkî-him) ve Kitap ve Hikmeti öğrenmişlerdir. Yani Kitap ve hikmet sayesinde bir ilim oluştu ve insan gelişmiş oldu.
Bir çok ayetde belirtildiğinden dolayı Kur'an'ın ilahi bir kitap ve bir metne sahip olduğu, bu metnin bir dilinin ve anlama metodunun olduğu ilkelerine inanıyoruz. Bunun böyle olmaması aklen imkansız. Allah'ın kevni (yarattığı) ayetlerine baktığımızda bir metodsuzluk, başıboşluk görmüyoruz. Bu yüzden Allah'ın indirdiği ayetler için bir metod ve aralarında irtibat olmalı. Fakat nasıl kevni ayetlere baktığımız zaman bütün inceliklerini bir görüşte anlamıyorsak, anlamak için çaba göstermeliysek, Allah'ın indirdiği kitabı da anlamak için bir metoda ve çabaya ihtiyacımız var.
"Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye, sana kitabı bir amaç için indirdik; o halde ihanet edenlere taraf olma!." (Nisa 105)
Bu ayetden açıkca anlaşıldığı üzere Kitaptan doğru hüküm çıkarmayı, Allah'ın gösterdiği şekilde yapmalıyız. Eğer böyle yapmazsak kafalardaki kurgulara dayanak oluşturmak için kullanmış oluruz ancak ayetleri. Araf suresinin 52. ayetinde de iman eden kavimlere (li kavmin yu'minûn) bir ilimle (alâ ilmin) tafsil ettiğimiz (ayetlere ulaştıkca detaylandırma Bkz. Kur'an'da Tafsil Kavramı) bir kitap verdik deniyor. Bu ayrıca sadece Kur'an için değil bütün ilahi kitaplar içinde geçerlidir. Sureye adını veren Araf'da insanların birbirleriyle konuşmalarının geçtiği bu ayet gurubunda, böylece bütün insanlara kitap verildiği anlaşılıyor. Ayrıca son gelen nebi bir öncekinin kitabını tasdik ettiği için (Bkz. Kur'an'da Tasdik Kavramı), tasdik mekanizmasının işleyebilmesi için bir metodun, dolayısıyla bütün ilahi kitapların aynı özelliğe sahip olması gerekmektedir.
"Fakat Allah, sana indirdiğine, onu kendi ilmiyle indirdiğine şahitlik eder. Melekler de şahitlik ederler. Şahit olarak Allah yeterlidir." (Nisa 166 Ayrıca Hud 13-14)
Bu ayetlerdeki "kendi ilmiyle" kalıbını, Allah'ın bilgisi olarak anlarsak, Allah'ın bilgisine dahil olmayan ne var diye düşünebiliriz ve bize bir anlam ifade etmez. Buradaki ilimden kasıt, vahyin bir metodla indiği ve o metoda göre okunmasıdır.
"Bu Kur'an, başkası tarafından uydurulup Allah'a mal edilmiş değildir. Aksine önceki kitapları (kendinde olanla) doğrulayan, o kitapları açıklayan, içinde şüpheye yer olmayan ve bütün varlıkların sahibi tarafından indirilmiş olan kitaptır. Yoksa onu o (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: "Allah ile aranıza koyduklarınızdan çağırabileceğiniz herkesi çağırın da onun dengi bir sure getirin. Samimiyseniz yaparsınız" Aslında onlar, Kur'an'daki ilmi (bi ilmi-hi) anlamadan, (ayetler arası) iç bağlamı (te'vîlu-hu) henüz ortaya çıkmadan yalana sarıldılar. Onlardan öncekiler de böyle yalana sarılmışlardı. Yanlışlar içindekilerin sonunun nasıl olduğunu bir düşün." (Yunus 37-39)
Bu ayetlerde inkar edenlerin, ilmi-metodu anlamadan, ayetler arası bağlantı çıkmadan yalanladığını ve öncekilerin de bu hataya düştüklerini anlıyoruz. Demek ki aynı metod ve ayetler arası bağlantı önceki vahiylerde de vardı ve tasdik etmesi gerekenler, kendi kitaplarındaki metodu, yeni gelen kitapda da aramalıydılar. Yine cehenneme gideceklere sorulacak olan sorulardan birinde "ayetlerin ilmini anlamadan, öğrenmeden yalanladınız öyle mi" diye hitap edilir (Neml 84).
"Kitab'ı sana O indirmiştir. Ayetlerin bir kısmı muhkemdir (hüküm bildiren, kısa ve öz ayet); onlar Kitab'ın (Bir konunun anlam kümesinin) ana ayetleridir. Diğerleri müteşabih (muhkeme benzer, konuyu detaylandıran) olanlardır. Kalplerinde eğrilik olanlar, istedikleri te'vili (bağlantıyı) kurup istedikleri fitneyi çıkarmak için Kitap'tan, kendi eğrilikleriyle benzeşene uyarlar. Oysa onun te'vilini (bağlamını) sadece Allah oluşturur. Bu ilimde (metodda) sağlam duruş gösterenler şöyle derler: "Biz, bu ilme (metoda) inandık, hepsi (muhkem de müteşabih de tevil de) Rabbimiz katındadır." Zikre (doğru bilgiye) sadece dik duruşlu olanlar ulaşabilirler." (Al-i İmran 7)
Bu ayetde kitabı okuma ve anlama metodunu görüyoruz. Bir konunun tafsilatı için bir ayet muhkem olarak alınır ve müteşabihlere doğru ilerlenir. Böylece bağlantı kurularak konu detaylandırılmış olur. Böyle bir kurguyu ise sadece Allah oluşturabilir. Bu metodu ise ayağı sağlam yere basanlar anlayabilir ve böylece zikre ulaşırlar.
Kasas suresinin 52. ayetinden itibaren Ehli kitapdan Kur'an'ı tilavet (anlayarak, irtibanlandırarak okuma) edenlerin iman ettiğini görüyoruz. Anlamadan okuyan, metodu farketmeyen, kendi kitabıyla karşılaştırmayan biri, sadece tınısından dolayı iman edebilir mi?
Al-i İmran suresinin 8. ve 9. ayetlerinde de ayağı sağlam basanların duasını görüyoruz. İnsan olmanın getirdiği zaafiyetle hata yapabiliriz. Yani metodu anladıktan sonra hata yapmaya yine de açıktır insan. Taha suresinin 113 ve 114. ayetlerini de Al-i İmran suresinin ayetleriyle ilişkilendirebiliriz. Önce arapça ayetler kümesi olarak indirilen ve tasrif edilen (Bkz. Kur'an'da Tasrif Kavramı) bir Kur'an'dan bahsedilerek anlam kümesinin vahyi tamamlanmadan hüküm vermekte acele etme diye buyruluyor. Öncelikle Muhammed A.S.'dan sonra da tüm inananlardan istenen ise şöyle dua etmesi: "Rabbim ilmimi arttır." Burdaki ilim yine metod olsa gerek. Muhkem-müteşabih bağlantısını doğru kurma konusunda ilmimizi arttır diye dua edilmiş oluyor. İnsan hep hata yapabilecek şekilde olduğu için sürekli zikretmeli yani doğru bilgiyi hatırlamalı. Nitekim Nahl suresinin 98. ayetinde Kur'an okumadan önce şeytandan Allah'a sığınmak işte tam da budur. Metodu doğru uygulamak, bağlantıları doğru kurmak ve tafsilatı doğru elde etmek gerekir, çünkü şeytan doğru yolun üstünde oturur (Araf 16)
"Ayetlerimizi değersizleştirmeye çaba harcayanlar da o alevli ateşin ahalisi olurlar. Senden önce de elçi veya nebi olarak gönderdiğimiz kimselerden hangisi bir beklenti içerisine girse, şeytan onun beklentisine mutlaka bir şeyler karıştırmıştır. Arkasından Allah, şeytanın karıştırdığını gidermiş sonra da ayetlerini hüküm bildirir hale getirmiştir. Allah bilir, doğru karar verir. Bunu (ayetlerini hüküm bildirir hale getirmeyi), şeytanın karıştırdığını kalplerinde hastalık olanlar ile kalpleri kaskatı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için yapar. Çünkü yanlış yapanlar, (o nebi veya elçiden) iyice uzaktadırlar. Bunun (Allah'ın ayetlerini hüküm bildirir hale getirmesinin) bir sebebi de kendilerine o ilmin verildiği kimselerin, onun Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilmelerini, ona inanmalarını ve kalplerinin ona yatışmasını sağlamaktır. Allah inanıp güvenleri elbette doğru bir yola yönlendirir." (Hac 51-54)
Hac suresinin bu ayetlerinde şeytanın nasıl doğru yolun üstünde oturduğuna bir örnek görüyoruz. Şeytan ayetleri duyan, anlamaya çalışan birine müdahale eder. Fakat dik duruş gösteren ve ilminin arttırılması isteyen bir kişiye Allah yardım eder ve şeytanın karıştırdığını giderir. Böylelikle bunun Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilir ve kalpleri yatışır.
Kur'an'ı anlama metoduyla alakalı diğer ayetler şunlardır:
"Bu, bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okuyuş olarak açıklanmış bir kitaptır." (Fussilet 3)
"Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra hakîm olan ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye. Ben onun tarafından bir uyarıcı ve müjdeciyim. " (Hud 1-2)
"Fakat onlardan o ilimde sağlam duruş gösterenler ile müminler, sana indirilene ve senden önce indirilmiş olana inanır; namazı tam kılar, zekat verir, Allah'a ve ahiret gününe inanıp güvenirler. İşte onlara büyük bir ödül vereceğiz." (Nisa 162)
Erdem Uygan ve Dr. Fatih Orum’un beraber sundukları 17.10.2016 tarihli KÖK (Kur’an’ın Öğrettiği Kavramlar) programından derlenmiştir. Programı buradan seyredebilirsiniz.